31 Ocak 2011 Pazartesi

Futbol Değil Kavga, Fenerbahçe 2 Trabzonspor 0




Avrupa liglerinden de önemli derbiler izliyoruz. El Classico başta olmak üzere tüm büyük liglerdeki derbi maçlarında heyecanın yanı sıra futbola da fazlasıyla doyuyoruz. Taktik, tempo, süratli ataklar, şık hareketler ve güzel goller.. Belki de o yüzden bu derbiler tüm dünya tarafından izleniyor ve o ligler bu kadar değerli...

Gelelim bizim belki bu yılın şampiyonluk düğümünü çözme yolundaki en önemli maçına, ama maç demeye de bin şahit lazım.. Maçtan çok kavga.. Bildiğiniz "fight club".. Doğal olarak kartlar havada uçuştu tabi, hakem bir ara bana bile kart göstercek sandım televizyon başında.. Hakeme de kimse suç bulmasın, kartların belki hepsini futbolcular haketti.. Hakemin tek hatası ikinci golde avantaj kuralını yanlış kullanmasıydı belki o kadar, onun dışında çığrından zaten çıkmış bir maça daha fazla hakim olması beklenemezdi...

Bu durum sadece bu maç için geçerli bir hadise değil tabiki.. Geçmiş yıllarda da diğer derbi maçlarında (özellikle Fenerbahçe-Galatasaray derbileri) bol bol gördüğümüz bir durum.. Yani şunu kabul etmemiz lazımki, bizim derbilerimiz hala futboldan uzak birer kör dövüşü..

Dünkü kör dövüşünü kazanan da Fenerbahçe oldu, ilk 20 dakikada kurduğu baskıyla sonuca gitti.. İlk 20 dakikada golleri bulamasa daha sonrasında yine bulurdu sanırım, çünkü maçı isteyen, sakin olan ve daha çok mücadele eden taraf Fenerbahçe'ydi. Seyirci desteğininin de altını ayrıca çizmek gerekir tabi. İkinci yarının ilk iki haftasına, ilk yarıda olmayan bir hırsla başlayan Fenerbahçe şampiyonluğu ne kadar istediklerini göstermiş oldular.

Trabzonspor'a bakınca ise 5 Mayıs 1996'da olduğu gibi Şenol Güneş yine beraberliğin güzel sonuç olabileceği bir maça ofansif bir oyun ve kadroyla çıkarak mağlubiyet aldı. Tabi Şenol Güneş'i ofansif oynuyor diye eleştiremeyiz, zira bugün Trabzonspor liderliğini bu ofansif futbola borçlu..

Ama Trabzonspor'da anlayamadığımız şey oyun yapısı.. Ligin ilk yarısının başlarında ve Liverpool maçlarında gördüğümüz o küçük Barcelona, bol paslı ve tempolu takım gitmiş, yerine sanki Ziya Doğan'ın bir takımı gelmiş.. Topları ileri doğru şişir, ilerdeki adamlar şuursuzca dripling yapsınlar belki gol olur.. Oyun mantalitesi olarak Trabzonspor'da bunu görmek düşündürücü, ve ligin kalan kısmı adına iç açıcı bir durum değil..

Yattara'ya bakıyorsunuz alıyor gidiyor, bazen ortalıyor bazen ortalayamıyor.. Jaja deseniz öyle, Umut deseniz öyle.. Burak'ın ne yaptığı belli değil...
Defanstan Umut'a şişirilen toplar ayrı komedi, Giray Umut'a topu şişirirken ne düşünüyordu acaba ? Umut Lugano ve Yobo'nun arasından topu indirecek, sonra dönüp voleyle golü atacak mı sanıyordu ? Yoksa Umut'u bir an için Drogba olarak mı gördü ? Giray'ın belki maç boyu tek bir topu bile düzgün oyuna sokamaması Giray'ın üzerinde düşünmesi gereken bir durum..
Orta sahada pas trafiğine hiçbir katkı yapamayan Colman'ın yerine o trafiği yönetsin diye ortasahaya kaydırılan Engin'e ne demeli, bilinçsiz çalımlar, anlamsız paslar..
Cale'yi zaten Fenerbahçe bilerek boş bıraktı hep, Trabzonspor topu Cale'ye atsın da atak ezilsin diye..
Bir takım oyuncusu olan Selçuk ise belki sahada Hoca'sının verdiği görevleri yapmaya çalışan tek oyuncuydu... Ama takım oyunu oynamayan bir takımda ne kadar verimsiz olabileceği görüldü..
Burak'a birşey söylemiyorum.. Adama yazık, Trabzon'da yuhalanıyor, Kadıköy'de (doğal olarak) yuhalanıyor, Antalya'da yuhalanıyor.. Zor bir durum olsa gerek..

Şimdi Şenol Güneş maçtan sonra oynayamadık, istediklerimizi yapamadık dedi.. Tam olarak ne kastetti bilmiyorum, umarım bol paslı ayağa tempolu oyunun oynanmadığını, onun yerine 3-4 yıl öncesinde bıraktığımız "ileriye şişir topu" oyununu oynadığımızın farkındadır.. Bu oyunun geliş sinyalleri aslında ilk yarının son maçlarında başlamıştı, yani Fenerbahçe maçına özgü bir durum değil bu kötü futbol, Fenerbahçe karşısında sadece iyice kel göründü.. Bu şekide ligi ilk 4 içinde bile bitirmek başarı olur, eğer Trabzonspor tekrar tempolu ve paslı oyununa geri dönemezse çok zor günler geliyor demektir...

Son not, bu tip maçlardaki kırılma anlarının önemine örnek olarak Egemen'in sakatlığını gösterebiliriz, Egemen sakatlanmasaydı oyun şöyle de gelişebilirdi;

İlk oyuncu değişikliği hakkı boşuna heba olmayacaktı..
Lugano'yu muhtemelen Egemen tutacaktı ve o golü o kadar rahat attırmayacaktı..
İkinci golde oyuna daha yeni ısınan Glowacki'nin yerine daha doğru pası Egemen yapacaktı, top kaptırılmayacaktı..
Glowacki oyuna girmeyeceği için kırmızı görmeyecekti..
Glowacki kırmızı görmeyceği için bir oyuncu değişikliği hakkı daha boşuna gitmeyecekti..
Tayfun oyuna girmeyecek ve bir kırmızı da o görmeyecekti..

Hiç yorum yok: