25 Ekim 2010 Pazartesi

Şampiyonluk yolunda emin adımlarla, Trabzonspor-Gençlerbirliği 3-1


Geçen hafta Servet "bana güvenilirse iyi oynayabilirim" anlamında birşeyler söylemişti Ankaragücü maçından sonra ve çokca da eleştirilmişti Galatasaray camiasından ve hatta "beni oynatmazsan bende senin (Rijkaard) kovulman için bilerek kötü oynarım, hata yaparım" şeklinde yorumlanmıştı bu sözleri.. Bu konuya fazla girmek istemiyorum, Galatasaray'lı arkadaşlar bunun tartışmasını çokça yapıyorlardır zaten ama Servet'in yanlış anlaşıldığını da not düşmek isterim. Servet'in söylemek istediği şey, bazı futbolcuların kendilerine güvenli oynadıkları zaman ancak verim gösterebilecekleriydi..

Bazı futbolcu vardır, yedek otursada ilk 11 oynasada aynı performansı gösterir. Örnek Fenerbahçe'deki Semih. Sürekli yedek olup, şans bulduğun az sürede o soğukkanlı gol vuruşlarını yapmak kolay değildir. Galatasaray'da Emre Aşık vardı. Adam 20 maç yedek olurdu, sonra bir oynardı sanki 3 yıldır sürekli ilk 11'de.. O yüzden zaten yedek de olsa milli takıma çağrılırdı sürekli. Genelde mental olarak daha profesyonel adamlardır bunlar.

Ama bazı futbolcu vardır ki, sürekli ilk 11 oynaması lazımdır ve kendisine güvenildiğini hissederse ancak rahat olabilir ve performans gösterebilir. Bunun en büyük örneği Hakan Şükür'dür. Bakın adama, çok kötü dönemlerinde bile millete saç baş yoldursa da sürekli ilk 11 oynamış, ve kendine güveni geldiği zamanda ortalığı kasıp kavurmuş ve kendini aşmış goller atmıştır. Ama Avrupa'da o güveni hissedemediği için de hüsranları oynamıştır. Buna benzer güven sorunu yaşayan çokca oyuncu sayabiliriz.. Servet'te bu oyunculardan biridir ve söylemeye çalıştığı da buydu. Fenerbahçe'de oynadığı dönemlerde (ilk 11 oynadığı zamanlarda bile) sürekli eleştirildiği için güven kaybı yaşıyor ve hata yapıyordu. Ne zaman kendine güveni geldi, Sivas'ta ve Galatasaray'da ve hatta milli takımda yeni Alpay oldu. Guiza'yı bile bu gruba dahil edebiliriz, adamı bitiren tribünden gelen tepkiler ve eleştirilerdi aslında. Galatasaray'da kaleci Ufuk, Aydın ve Lincoln aklıma gelen bu gruba dahil başka örnekler. Quaresma çok güzel bir örnektir bu konuda, ki adam kendi de söylüyor zaten, burda değerli hissediyorum kendimi diye.. Holosko, İsmail Köybaşı, kaleci Hakan, Özer, Mehmet Topuz, Colin Kazım da bu gruba sayabileceğimiz diğer oyuncular.. Ve bu tip oyunculardan bir diğeri de Burak'tır.

Yukardaki resimde, gol sevincini yaşarken Burak'ın kendine güvenini ve rahatlığını görebilirsiniz. Beşiktaş'ta ve Fenerbahçe'de oynarken kendine olan güven eksikliğinden bu performansı gösteremiyordu. Burda Şenol Güneş'i tebrik etmek lazım, ayakta alkışlamak lazım. Önce oyuncuya inandığını ona gösteriyor, ilk 11'de forma şansı veriyor, yedek olduğu zamanlarda bile küstürmüyor.. Ve 2-3 hafta üst üste sürekli oynayınca da sonuç ortada. Ve Burak çokça da eleştirilen bir oyuncuyken, Şenol Güneş Yattara'yı, Jaja'yı yedek bırakmak pahasına Burak'ı oynatıyor. Ve Burak'ı kazanıyor..

Burak'ı kazanmak çok önemli Trabzonspor için. Neden ? Çünkü öncelikle, fizik olarak Türkiye liginin üzerinde bir oyuncu. Hem güçlü, hem atletik, hem süratli hem de çabukö böyle beş tane Türk oyuncu sayamazsınız ligimizde. Boğuşmaktan ve mücadeleden kaçmıyor, ve daha önemlisi korkmuyor. Takımınızda bu tip oyuncuların olması sizi mücadelesi ve güçlü bir takım yapar. Tabir-i caizse sahada dayak yiyen değil, dayak atan bir takım olursunuz. Burak'ın farklı mevkilerde oynayabilen ve skor da üretebilen bir oyuncu olması taktik olarak da çok şey kazandırıyor oynadığı takıma. Bunun yanında Burak'ın yaşı itibariyle futbol kariyerinin en verimli dönemine giriyor olması, İstanbul kulüplerinde oynamış olması ve o sayfayı artık kapatmış olması (Serkan Balcı gibi) Şenol Güneş için Burak'ı çok özel bir oyuncu yapıyor.. Yine bu nedenlerden dolayı zamanında Ersun Yanal da ısrarla istemişti Burak'ı..

Trabzonspor bu yıl şampiyon olacaksa Burak'ın bu şampiyonlukta çok önemli bir payı olacak, dünkü maçta olduğu gibi..

Trabzonspor-Gençlerbirliği maçına gelirsek, bazı işlerim nedeniyle ilk yarıyı kaçırdım (sanırım iyikide kaçırmışım, çünkü Trabzonspor çok kötü oynamış diyorlar). Eve geldiğimde maçın 50. dakikasıydı ve Trabzonspor boğucu bir baskı altına almıştı Gençlerbirliğini. Öyle bir baskı ki, Gençlerbirliği ortasahaya kadar bile topu uzaklaştıramıyordu, ve golün gelmek üzere olduğu çok belliydi. Sağdan Burak ve Serkan, Soldan Engin, ilerde Alanzinho ve Umut, ortada Selçuk Colman kabus gibi geliyordu.

Zaten zor direnen Gençlerbirliği defansı da Jaja'nın girişiyle iyice çöktü. Goller peşpeşe geldi kaçınılmaz olarak. Gollerin hepsi usta işiydi. Serkan'ın soğukkanlı bindirmesi ve gerideki Burak'ı görmesi, Serkan'ın 30 metreye nokta muz ortayı göndermesi ve Umut'un bitiriciliği sahalarımızda ender gördüğümüz gollerdendi. Ve Jaja'nın kafası tabiki. Aslında çokça atılan bir golmüş gibi gelebilir Jaja'nın kafası ama o golü ligimizde atabilecek çok fazla oyuncu yok diyebilirim. Bir dönem Hakan Şükür atardı  böyle golleri. Bir defa ortanın çok iyi gelmesi lazımki bu konuda Selçuk'un hakkını vermek lazım. O ortaya boyunu da kullanarak çok iyi yükselip, daha sonra uzak köşeye bilinçli olarak şut gibi kafayla vurmak. İnanın Ligimizde bu golü atabilecek çok oyuncu yok.

Şimdi gollerin hepsinin spektaküler olması aslında bir açıdan risklidir. Çünkü golü sistem değil oyuncu atmış demektir, ve oyuncu gününde olmazsa işler istediğiniz gibi gitmez. Sisteminiz oyuncuya bağlı olmuş olur. Gordon Milne dönemindeki Beşiktaş'ın gollerini açın internetten izleyin, yaşı 30 üzerinde olanlar hatırlayacaktır zaten, Metin Ali Feyyaz'ın spektaküler gollerden çok altı pas içinde organize gelişen atağı bitirdiklerini görürsünüz. Şimdi böyle bir sisteminiz olursa oyuncuya bağlı kalmaksızın skor üretebilirsiniz. Şimdi dünkü maçta çok yoğun baskı olmasına goller ve pozisyonların bireysel yeteneklerden geldiğini görürüz. Bu durumda sistem açısından tehlikedir her zaman..

Bu notu da düştükten sonra Jaja'ya geri dönelim.. Hiddink hemen acaba milli takımda oynatabilir miyiz diye sormuş Jaja için, neden olmasın. Milli takımdaki hep benzer sprinter santraforlar (Nihat, Tuncay, Mevlut, Halil) varken bunların dışında modern bir santraforumuz olmuş olur. (Batuhan umarım kendisine soruyordur, bu forvet kıtlığında neden milli takımda değilim diye)

Trabzonspor yönetimi, 33 yaşındaki Fatih Tekke'ye 2m Euro vermeyip (Beşiktaş, Nobre'den aldığından daha fazla verim alamayacak Fatih'ten) 4m Euro'ya Jaja'yı alarak çok doğru bir karar vermiş. Ligimizin kalitesinin üzerinde bir oyuncu ve İspanya veya İngiltere Liginde oynayabilecek kapasitede bir oyuncu. Uzun süre Trabzonspor elinde tutabilir mi bilmiyorum ama bu yıl şampiyon olur seneye de CL'de oynarsa 10m üzeri bir rakama transfer bile yapabilir. Trabzonspor bu şekilde devam ederse zaten önümüzdeki iki yıl içinde yüksek paralara oyuncu satışları gerçekleştirecek gibi zaten, bunun tedbirlerini şimdiden almaya başlaması lazım. Umut, Burak, Selçuk, Colman ve Jaja 5m Euro üzeri rakamlara Avrupa'ya gidecek gibi duruyorlar.. Umarım bu futbolcular gitmeden gerekli yedeklemeler yapılır, özellikle bu yıl sözleşmesi bitecek olan Gökdeniz kesinlikle kaçırılmaması gerekir.

Konu dağaldı yine.. Jaja'ya geri dönersek, adamın yüzünün gülmemesi benim garibime giden bir durum. Gol attığında bile çevresine toplanan arkadaşlarıyla fazla içli dışlı olmadı, umarım bir problem yoktur. Ukrayna'da kala kala kendi de mi soğuklaştı bilemiyoruz ama bir an önce bol bol hamsi ve akçaabat köftesi yiyerek bizimle aynı kafaya ulaşmasını temenni ediyoruz.

Bu yıl Trabzonspor-Bursaspor-Kayserispor arasında bir şampiyonluk yarışı izleyebiliriz. Makukula'nın olmaması ve Cangele'nin sakatlanması Kayseri için kötü oldu tabi ama yıllarca İstanbul takımlarının yarışlarını izlemekten bıkan Türk Futbol seyircisi için değişik ve heyecanlı bir deneyim olacak gibi.. Şampiyonluk kupasının yıllarca İstanbul dışında dolaşması çok zevkli olacaktır muhakkak...

17 Ekim 2010 Pazar

Yılmaz Hoca'nın eseri ; Kasımpaşa 0 Trabzonspor 7





Takımını değil de futbolu izlemek isteyen çoğu Türk futbolseverin Yılmaz Vural Hoca’ya karşı sempatisi vardır. Saha kenarında kendinden geçmesi ve renkli kişiliğinin bunda etkisi var tabi ama asıl sebep gerçekten iyi bir teknik direktör olması. Öyle olmasa yıllardır her başı sıkışan takımın aklına gelen ilk hoca olmazdı. Zaten aldığı eğitim ve çalıştırdığı takımlarda yarattığı fark bunun ıspatı. Bence yerli hocalar içinde en iyi beş hocadan biridir diyebilirim. Fatih Terim, Mustafa Denizli, Şenol Güneş, Ertuğrul Sağlam, Ersun Yanal ve Yılmaz Vural. Altı oldu evet. Bu altı hoca dışındakiler benim için bir alt sınıf hocalardır.


Yılmaz Vural büyük takımlardan birini veya milli takımı çalıştırmak ister hep. (Bir ara Trabzonspor’u çalıştırmıştı ama şanssızlığı hakkatten kötü ve istikrarsız bir dönemine denk gelmesiydi Trabzonspor’un) Sonra da isyan eder neden beni milli takıma almıyorlar, Daum’dan neyim eksik diye.

Sezon öncesi tahmin yazımda da yazmıştım. Yılmaz Vural çok iyi bir hoca ve büyük takımları çalıştırmayı hakediyor diye. Ama bunun için yapması gereken şey istikrar ve başarı. Burdaki başarı bir maç iyi oynayıp Fenerbahçe’yi Kadıköy’de yenmek değil. Ya da küme düşen bir takımı kümede tutmak değil. Başarı, sezon başından aldığı bir takımı üst sıralara hatta Avrupa Kupalarına taşıyabilmektir. Şampiyonluğa oynatabilmektir. Çünkü tek maçlık başarılar değil sezonluk istikrar gerekir büyük takımlara.

Genelde küme düşme hattında oynayan takımları 10. haftada devralıp kümede tutan Yılmaz Hoca (bkz geçen yıl K.Paşa), bu yıl yaptığı gibi sezon başından bir takımla başladığı çok sık olmuyor. (Daha önce de Antalyaspor’la lige başlamıştı ve küme düşürmüştü yakın zamanda) Şimdi elinde bir fırsat daha vardı. İmkanları olan bir İstanbul kulübünde sezon öncesi hazırlık kampı da yapıp sezona başlama fırsatı yakaladı. Üstelik geçen sezon iyi oynayan da bir takım ve sadece bunun üzerine koyup istikrar yakalaması yeterliydi.

Ama gene olmadı. Nedendir bilinmez, sezon başında Cenk gibi Koray gibi lider ve tecrübeli oyuncuları çok da etik olmayacak şekilde takımdan gönderdikten sonra takım bir türlü istenilen seviyeye gelemedi. Beklentinin de çok altında kaldı.

Benim anlamadığım nokta, geçen yıl bu takım çok iyi bir top oynuyorken nasıl bu hale gelebildi ? Geçen yıl bu stadda Trabzonspor’a 3 tane atarken (H.Broos’a yolu gösteren maç), Fenerbahçe’yi yenerken, üstelik zaman zaman Barcelona futbolu oynayarak bu galibiyetleri alırken nasıl oldu da bu hale gelebildi takım?

Evet daha maçın birinci dakikasında gol yemeleri ve maçın erken kompasının etkisi vardı ama 7-0 yenilecek bir takım olmamalı Kasımpaşaspor. Kasımpaşa dünkü 7-0’lık sonucu tamamen haketti diyebiliriz. Trabzonspor 7-0 kazanmayı haketti demiyorum, çünkü karşılarında resmen takım yoktu. Yılmaz Vural takımlarında hep gördüğümüz hızlı hücumlar, hızlı paslarla ataklara çıkmak, tempolu ve presli ortasaha, yardımlaşan takım ve iyi savunmadan eser yoktu. Maçın son yarım saati Trabzonspor rolantiye almasa Beşiktaş’ın 10-0’lık Adanademirspor rekoru bile tarihe karışabilirdi.

Yılmaz Vural genelde oyuncularına kızar, hatta bazen döver bile, ama bu sefer oturup düşünmesi biraz da suçu kendinde araması lazım artık. Her galibiyette çıkıp kendini övüp, beni milli takımın başına alın deyip, daha sonra kötü sonuçlarda oyuncular söylediklerimi yapmıyor diyerek bir yere varamaz, varamıyor da nitekim.

Yine de Yılmaz Vural’ın görevi bırakmaması, devam etmesini, belki 3-4 yıl Kasımpaşa’nın başında kalması hem kendisi için hem de Kasımpaşa için daha yararlı olacaktır. 20 yıllık kariyerinde belki 20 takım çalıştırmış olan Yılmaz Hoca artık kariyerinde yeni bir sayfa açmalı ve bir takımla aşama kaydetmeli. Başkasının sezona kötü hazırladığı takımları toparlamak yerine artık kendi hazırlayamadığı takımı toparlamalı, ve Kasımpaşa’yı bu düştüğü durumdan yukarılara taşımalı.

Çünkü ancak Kasımpaşa ile belli bir istikrar ve başarı yakalayabilirse milli takıma yakışabilir ve bugün belki dünyanın en iyi beş hocasından biri olan Hiddink’in milli takımından daha kötü bir takımda ortaya çıkarmazdı eminim.

Maça gelince, bizim halısahadaki maçlardan farksız olduğu için, pek birşey yazmaya gerek yok... Jaja’nın ve Umut’un gol atması sevindiriciydi Trabzonspor için, Mustafa’nın yine ilk 11 oynaması güzeldi diyebiliriz ama kendisini çok fazla gösterme fırsatı olmadı. Ayrıca Türkiye'nin en iyi ortasaha oyuncusu ve Trabzponspor'un saha içindeki lideri tartışmasız Selçuk. Kasımpaşa’da Yekta ve Şahin iyi oyuncular. Ayrıca Bebbe'nin pozisyonu kesinlikle penaltıydı, hakem çok saçmaladı o pozisyonda. Ama orda penaltı olsa ve kırmızı kart çıkmasa sonuç çok değişmezdi yinede.. 0-7 yerine 1-6 olurdu, Bursa'nın plakası olurdu...




4 Ekim 2010 Pazartesi

Taktik Maçı değil Mücadela Maçı, Trabzonspor-Beşiktaş 1-0


Trabzonspor ilk 11’ini özellikle çok merak ediyordum. Mustafa mı Ceyhun mu tercihinin yanı sıra, uygulanmaya başlandığı Antalyaspor maçından beri son 4 maçta 7 puan kaybettiren 4-2-3-1 şeklindeki ofansif dizilişinin bu maçta da olup olmayacağını merak ediyordum. Eğer orta ikili Colman ve Selçuk’un yanında Ceyhun da ilk 11’de sahaya çıkmış olsaydı bu taktikten geri adım atılmış olacaktı. Ama derbi olmasına rağmen bu sistemden taviz vermedi Şenol Güneş ve bu sezon ne olursa olsun takımın böyle oynayacağının sinyalini de vermiş oldu. Bu, sezonun gidişatı açısından dünkü maçın en önemli mesajıydı.


Daha önceki yazılarımda da yazdım, bu sistem oturana kadar puan kayıpları kaçınılmazdı, öyle de oldu ama sistem oturdukça da Trabzonspor daha rahat kazanır demiştim. Şimdilik gidişat ta böyle gözüküyor, Trabzonspor’un önümüzdeki 3 haftada (Kasımpaşa, Gençlerbirliği ve Konyaspor) rahat ve gollü 3 puanlar alacağını tahmin ediyorum. (Konya maçında Ziya Doğan sürpriz yapabilir). Ayrıca Trabzonspor’un hücümdaki bol alternatifli kadro yapısı da bu sistemi Trabzonspor için ideal yapıyor.

Bunlar Trabzonspor için iyi sinyaller; kadro yapısı, tercih edilen ilk 11, oynanmak istenen futbol mantalitesi ve alınan derbi galibiyeti tozpembe bir görüntü çiziyor. Hatta oynanan oyun için iyi bile diyebiliriz genel olarak.

Ama Şenol Güneş’in de farkında olduğu ve basın toplantısında söylemeye çalıştığı bir problem var. Trabzonspor ligin başında ve Liverpool maçlarında oynadığı “bol paslı, yardımlaşmalı ve tempolu” futboldan uzaklaşıyor ve dünkü maçta bu durum çok bariz ön plana çıktı. Şenol Güneş’te açıklamasında muhtemelen bundan bahsetti.

Ligin başlarını bir hatırlarsak, Bursaspor, Liverpool ve Fenerbahçe maçlarında Trabzonspor’un yüksek tempoda bol pres ve pas yaparak rakibin başını döndürdüğünü ve maçları rahat kazandığını görüyorduk. Özellikle Bursaspor maçında, İngiltere’deki Liverpool maçında ve Trabzon’daki Fenerbahçe maçında bu artık tavan yapmıştı ve Trabzonspor Avrupai bir futbol oynuyordu. Zaman zaman üst üste 20-30 pas yapıldığını görüyorduk ki bunlar fuzuli yana yapılan paslar değil, sürekli oyuınun yönünü değiştiren rakibi hataya zorlayan bilinçli paslaşmalardı. Bunu yapmadıkları dakikalarda bile mantaliteleri buydu ve bunu yapmaya çalışıyorlardı. Top kaptırıldığı zaman komple bir pres yapılıp top geri kazanılıyordu. Zaten bu futbol ligin başında tüm ilgiyi bir anda Trabzonspor’a çevirdi.

Ama dünkü maça bakınca bu futbol yapısından çok uzaklaşıldığı görünüyor. Topu alan ileriye Teofilo’ya uzun oynuyor (sanki ilerde Makukula var), ya da çalımlarla 60 metre ilerlemeye çalışıyor (antemanlarda Alanzinho’dan çok etkilenmişler sanırım). En başta da Engin. Trabzonspor için çok önemli bir oyuncu olduğunu düşünüyorum Engin’in ama birisini Engin’e nerde çalım yapıp nerde yapmaması gerektiğini öğretmesi lazım. Sadece Engin mi ? Burak, Colman ve hatta Teo bile topu alıp gitmeye çalıştı zaman zaman.

Eğer Trabzonspor sezon başındaki oyun mantalitesine dönebilirse ve bunu bu hücum ağırlıklı ilk 11 dizilişiyle başarabilirse bu yıl çok özel bir yıl olabilir Trabzonspor taraftarı için.

Maça gelirsek, bol pozisyon ve heyecan olmasına rağmen taktik ve futbol anlayışı açısından çok kaliteli bir maç olduğunu söyleyemeyiz. Taktik maçından ziyade bir mücadele maçıydı diyebiliriz. Üstüne bir de derbi atmosferi eklenince izlemesi keyifli heyecanlı bir maç ortaya çıktı. Son dakikaya kadar skor her an değişebilirdi.

Maçın mücadele maçı olması kartları ve gerginliği arttırdı. Teofilo’nun kırmızı kartı, Teofilo’nun maçın stresini kaldıramaması nedeniyle geldi denebilir.

Öte yandan Beşiktaş’ın 3 gün önce Avrupa maçı oynamış olması ve bunun üzerine dünkü maçın yüksek tempoda oynanması Trabzonspor için bir avantaj olmuş oldu. Oysa, Beşiktaş hafta arasında maç yapmış olmasaydı maçın son bölümlerinden puan çıkartabilirdi. Rotasyonu ile övülen Shuster’in, rotasyona en fazla ihtiyacı olduğu bu maçta fazla rotasyon yapmaması biraz anlamsız olmuş. Toraman, Ernst, Tabata, Hilbert, Aurelio, Holosko, Guti gibi oyuncular 3 gün önceki kupa maçında da oynamışlardı ve haliyle Trabzonspor karşısında tempoya ayak uyduramadılar. (Trabzonspor'da bir haftada iki Liverpool ve bir Fenerbahçe maçı oynamanın faturasını Avrupa Kupa'larına veda ederek ödemişti)



Böyle mücadele maçlarında Burak gibi fizikli ve kondisyonlu oyuncuların önemi biraz daha iyi anlaşılıyor. Belki futbol anlamında ortaya çok bir şey koyamadı ama nerdeyse her pozisyonun içinde vardı diyebiliriz. Güçlü fiziğini de kullanarak, rakibi yıprattı, savaştı mücadele etti ve hatta hakemle kavga etti. Hani kazanma ruhu denen şey varya, işte Trabzonspor’da dün o ruh en başta Burak’ta vardı. Bu hırsına biraz da bitiricilik, doğru top kullanma ve pas tercihi ekleyebilse ilk 11’de değişilmez olur ama yaş geldi 25 hala gelişim göstermesini bekliyoruz. Dün kaç defa ofsaytta kaldı ve kaldığı ofsaytlar tamamen mental eksiklikten gelen yanlış pozisyon alma.

Ofsat demişken, Trabzonspor dünkü maçta 10’dan fazla ofsaytta kaldı, ve bu hücum ağırlıklı oynadığı bir maçta oldu. Ve rakip de ofsayt taktiğiyle oynamadı, sadece biraz defans çizgisini ilerde kurdu o kadar.

Mustafa Yumlu’ya da bir paragraf açmazsak ayıp etmiş oluruz. Şenol Güneş Ceyhun yerine Mustafa Yumlu’yu oynatması kesinlikle alkışlanacak bir karar. Şenol Güneş bu yıl cesur kararlarına devam ediyor. Kariyerinin ilk süper lig maçında ve böylesine bir derbide hem hatasız oynadı, Glowacki’den bir farkı yoktu, hem de şahane bir gol attı. Golü hakkatten şahaneydi, çok iyi yükseldi orayı dağıttı ve güzel de bir vuruş yaptı. Dün gece mutluluktan uyuyamamış olabilir, futbol kariyeri bundan sonra nereye gider bilmiyorum ama torunlarına bol bol anlatacaktır bu maçı ve golü. İlerde bir dergi röportajında en unutamadığınız maç deninde aklına ilk gelen bu olacaktır hep... Genç Mustafa (yaş 23!) artık yedeklikten ilk 11’i zorlayan oyuncu sınıfına geçmelidir.

Mücadelenin üst düzey olduğu maçta her iki takımın da futbolcularının emeğini takdir etmek lazım. Söylediğim gibi, maç son ana kadar heyecanını yitirmedi, keyifli bir maç izledik. Berabere de bitebilirdi, Beşiktaş ta kazanabilirdi. Maç 3-3 gibi bir skorla da bitebilirdi. Trabzonspor maçı erken de kopartabilirdi. Bu maça bakıp her iki takım için de çok negatif konuşmamak lazım. Bu sadece bir derbiydi ve bu yıl derbilerde 2’de 2 yapan Trabzonspor ligin son haftalarına girildiğinde bunun değerini daha iyi anlayacaktır.