23 Şubat 2011 Çarşamba

Çocuksu sevgi


Fotoları resmi siteden aldım... Çocukların Alanzinho'ya bakışları o kadar çok şey anlatıyorki.. hayranlık, saf ve karşılıksız sevgi, hayaller, rol modeli, kahraman ve muhtemelen odalarını süsleyen bir poster..

İşte bu yüzden futbol asla sadece futbol değildir, ve bu nedenle bayrak futbolcular kafalarına göre rakip takımlara transfer olmamalılardır.. Alanzinho (veya bir başka yıldız oyuncu) yarın Fenerbahçe'ye transfer olsa, aldığı para bu hayran bakışlarda yaratacağı hayalkırıklığına değecek mi ?

Çok duygusal bir post oldu sanırım..

Bakınız bir de bu Jaja'lı foto var.. Biraz kendi çocukluğumu gördüm sanırım bu çocuklarda...

21 Şubat 2011 Pazartesi

Beşiktaş 2 Fenerbahçe 4

Bu maç sanırım ligin kırılma maçı oldu... Almeida o golü atsaydı çok farklı bir lig seyiri olabilirdi, şimdi ise bambaşka bir yöne gidiyor lig.. Trabzonspor'un ve Fenerbahçe'nin önümüzdeki 3 haftalık programına bakınca, 3 hafta sonraki puan durumu hakkında tahmin yapmak bile istemiyorum bir Trabzonspor'lu olarak..


Beşiktaş'a gelirsek ;
Ferrari & Almeida : Maçı değil Trabzonspor'un şampiyonluğunu Fenerbahçe'ye verdiler..
Quaresma : Halısahada bile bu kadar bencil ve kafasına göre oynayan adamı bir daha maça çağırmazlar.. Ya da diğer oyuncular "bu varsa ben yokum" haftaya derler..
Rüştü : Saçlarına fön çekerek bir yere vamaraz ..
Toraman : Attığı golü Üzülmez abisine armağan eder artık..
Ekrem : Ferrari'ye en çok kızması gereken adam.. Attığı güzelim gol güme gitti, kimbilir belki bir daha 4 yıl sonra gol atar ancak..

Shuster'in yerine Benitez düşünülüyormuş.. Çok çok çok büyük hata olur..
Ben burdan Beşiktaş'lılara doğru teknik direktör ismini veriyim.. Getirirler mi bilemem ama şu anda Beşiktaş'ın ihtiyacı olan kariyerinde çıkış arayan, hedefleri olan, genç ama uluslararası deneyimi de olan tercihen Portekizli bir teknik direktör.. Bu isim de Mourinho olamayacağına göre geçen yıl Mourinho'nun da yardımcılığını yapan Luis Figo'dur..

17 Şubat 2011 Perşembe

Arsenal 2 Barcelona 1, Aynı felsefenin kendisiyle mücadelesi

Bir maçta hiç mi kaleci degaj kullanılmaz.. ? Hiç mi bir defans oyuncusu topu ileri doğru şişirmez ? Hiç mi pres altında topa gelişi güzel vurulmaz ? Hep mi oyunun kontrolüne ve topa sahip olmak ister her iki takımda ? Evet, her iki takımda.. Böyle pozitif futbol oynamak isteyen bir takım bulmak zorken, ikisini bir arada bulunca tabi tadından yenmez bir maç oluyor futbolsever için..


Tabi bunu hemen bizim ligle karşılaştırıp, bu futbolsa bizimki ne demenin de bir anlamı yok, zira bu Avrupa ve Dünya standartlarının da üzerinde bir maç.. Arsenal ve Barcelona. Geçen yıldan tadı damağımızda kalan bir eşleşme.. Maçın skorunu bir kenara bırakarak irdelemek lazım.. Maç 4-0 Barcelona galibiyetiyle de bitebilirdi, 2-2 de bitebilirdi.. Maçın skorunu biraz “son vuruşlar” belirledi diyebiliriz... Villa ve Messi biraz şanssızdı, Persie şanslı Arshavin ise klastı.. Dediğim gibi skor çok da önemli değil, ortada bir futbol ziyafeti vardı, asıl önemli olan bu...
Geçen yıl çok güzel iki maç izletmişlerdi bize.. Ama Arsenal Messi’ye boyun eğmek zorunda kalmışdı, özellikle ikinci maçta.. Bu yıl bunun biraz rövanşı niteliğinde oldu.. Bence biraz erken yarı final gibi..

Sırasıyla takımlara bakalım; İbrahimoviç-Villa değişimiyle daha ayakları yere basan, daha ürkütücü bir takım halini almış ve önüne geleni ezen bir Barcelona görüyoruz... Değişken bir 4-6-0 oynuyorlar.. Pedro, Messi ve Villa ortasahanın içine girerek ortasahada sayısal üstünlüğü ve top hakimiyetini yakalıyor Barcelona, bunun yanında süratli verkaçlar ve araya atılan toplarla da gol arıyorlar.. Yazının başında dedim ya kimse topu ileri şişirmiyor diye, zaten şişirselerde ilerde topu indirecek kimse yok Barca adına.. Arsenal stoperleri boş boş bakındılar çoğu zaman.. Barca’nın bu makine gibi işleyen sistemi, baş döndüren pas trafiği ve bu oyuncu kalitesi ile gerçekten torunlara anlatılacak bir yaşayan efsane..

Öte yandan Arsenal ise tüm korkutuculuğuna aldırmadan Barcelona’ya meydan okuyabiliyor.. Arsene Wegner maçtan önce “Arsenal gibi oynayacağız, kapanmayacağız” diyerek zaten niyetini ortaya koyuyor.. Arsene Wegner göreve geldiğinden beri 3. üst seviye jenerasyonunu yakaladı diyebiliriz.. İlk ikisiyle lig şampiyonlukları yaşadı, bir UEFA ve bir CL finali gördü.. Bu jenerasyon ama hepsinden daha güçlü geliyorlar gibi.. Genç yaşlarına rağmen dayak yiye yiye, dayak atmasını da öğrenmişler.. Geçen yıllarda baskıyı kaldıramayan Nasri, Fabregas, Walcott, Arshavin, Song vs. genç yaşlarına rağmen çoğu yaşlı futbolculardan daha tecrübeliler.. Ne de olsa tecrübe doğum tarihinizle değil, yaşadığınız deneyimle ölçülen bir şey.. Bu çocuklar da 17-18 yaşından beri süreki forma giymenin meyvalarını topluyorlar..

Ne oynamak istediklerini bilen, doğrularından taviz vermeyen bu iki takımın maçını zevkle izledik.. Söylediğim gibi skor çok da önemli değil, ortada “derslik” bir maç var.. Barcelona hala daha güçlü ve tura yakın taraf.. Ama ikinci maçtan da her türlü skor çıkabilir.. Bize düşen bu zevkli 180 dakikanın ikinci 90 dakikalık kısmının da tadını çıkartmak doya doya..

PS : Bu kadar güzel bir maçı İlker Yasin ile izlemek ne büyük eziyettir.. Gençlerin önünü açın kardeşim.. Digitürk’ün Edi-Büdü’süne bile razıyız.. Bide yanına bi yorumcu almış ne dediği belli ne kim olduğu belii..!!!

PS : Marca "Puyoldependente" diye başlık atmış, Puyol'a olan bağımlılık ve Puyol'un yokluğundaki yenen gollere atıfta bulunarak.. Özellikle son Sporting Gijon beraberliğinde yenen golde Milito'nun, ve Arsenal maçındaki ilk golde Pique'nin düştüğü durum pek Barca'ya yakışmadı..

14 Şubat 2011 Pazartesi

Sivasspor 2 Trabzonspor 3

Ne zamandır memlekette köy kahvesinde maç izlememiştim, bu tadı açıkcası özlemişim.. Haftasonu aile ziyareti için Trabzon'a (Beşikdüzü) gidince kahvede bir maç keyfi yapıyım dedim.

Başka köyleri çok bilmem ama bizim köyün kahvesi enteresandır, maç başlamasıyla beraber bizim ne kadar futbolcu ve teknik heyet varsa hepsine küfür edilmeye başlanılır. İşin ilginç yanı ise rakibe pek birşey söylenmez.. Varsa yoksa bizim futbolcular.. bir de hakem.. Ama öyle böyle küfürler değil, yoldan geçen birine söyleseniz adam sizi çeker vurur öyle küfürler.. Yaş ortalaması 60 olan bizim kahve insanını anlamak zordur.. Ama bir süre sonra o küfürün içindeki sevgiyi ve espri ruhunu anlamaya başlıyorsunuz.. Çünkü bizim orda insan sevdiğine küfreder.. Garip bir yerdir...

Zaten, heyecanlı geçen maçı bir de adrenalini yüksek böyle bir kahvede izleyince daha da bir ilginç oldu maç.. Maçın sonlarına doğru zaten millet kendinden geçti kahvede.. Görmeniz lazımdı ortamı..


Kahveyi bir kenara bırakıp maça gelirsek, resmi web sitesinden aldığım üstteki foto genel olarak Trabznspor forvet hattının "ruh halini" veya "performansını" çok iyi anlatıyor.. "Bilinçsizce gol atmaya çalışmak" diyebiliriz bu duruma.. Fotoya iyi bakınız, top nerde Umut neyin peşinde, ama Umut'taki hırs ve azim bambaşka.. Amaçsızca çırpınmak adlı fotoğraf çalışması da diyebiliriz buna..

Takım geçen haftaki Antalyaspor maçındaki şuursuz dan-dun oyunundan sonra kendine gelmiş, ne yaptığını bilen, yerden ayağa tempolu oynayan bir takım haline geri gelmiş, en azından geçen haftaya göre biraz daha yaklaşmış.. Rakip baskı yaparken ayağa sakin pas yapmalar, yardımlaşmalar, top rakipteyken alan daraltarak pres yapmalar sezonun ilk yarısından aşina olduğumuz Trabzonspor manzaralarıydı.. Tekrar bu ışıltıları görmek şampiyonluk için alınan 3 puandan daha önemliydi.. Ayrıca, puan için can havliyle saldıran soğuk Sivasspor deplasmanında bundan daha organize de oynamak pek mümkün olmazdı..

Neyseki işler iyi başladı bu sefer, maçın başındaki golle rahatlayan Trabzonspor pozisyonları da bulmaya başladı ama forvet hattı ne yaptığını anlayamadığımız hareketlerin içine girdi.. Durumu daha iyi anlayabilmek için az önce bahsettiğim üstteki fotoya da bakabilirsiniz. Bu fotoğrafın üzerine Jaja'nın lağubaliliğini, Engin ve Burak'ın kavgalarını da ekleyince, Trabzonspor'un elindeki 3 puanı (ve belki şampiyonluğu) nasıl bu kadar kolay verebileceğini anlayabiliyoruz... Neyseki bu sefer vermedi, ucuz kurtuldu.. Hem de çok ucuz kurtuldu..

Son bir aydır oynanan negatif futbolun aksine bu hafta Trabzonspor'da daha bilinçli bir futbol vardı demiştik yukarda... Ama enteresandır ve gariptir ki son iki gol organize ataklardan değil de uzun toplarla geldi.. Bu da zaten tam Trabzonspor'a yakışır bir durum.. Elindeki maçı zora sok, kolayı atama zoru at, Avni Aker'de kötü oyna puan kaybet, deplasmanda iyi oyna kazan.. Normal bir işi olmayacak bu Trabzonpor'un herhalde..

Futbolculara fazla değinmiycem, hepsi iyi oynadılar genel olarak ama Onur'a bir parantez açmadan edemeyeceğim.. Maç 0-0 giderken Grosicki'nin kafa vuruşuna öyle bir refleks yaptıki, benim gözlerim yetişemedi.. Çizgi kaleciliğinde Buffon'un, ve bir dönem Rüştü'nün geldiği noktadır o nokta.. Müthiş bir refleksti.. Kahve'dekilerden biri o an "(küfürle başlayarak) ... bu adam bizde harcanıyor" dedi.. Onur'un 2-3 yıl içinde Avrupa'nın üst düzey takımlarından birine gitmesi kimseyi şaşırtmamalı..


Engin-Burak kavgasına da bir değinmek lazım.. Maçın önemli anıydı.. Kavgaya değinmeden Şenol Güneş'e değinmek lazım önce.. Adam bu gidişe evliya olacak.. Yok Teo'yla uğraş, yok kampa geç gelen Jaja'yla Alanzinho ile uğraş, yok Engin'in Burak'ın kaprisleriyle uğraş, adam etmeye çalış.. Sabır taşı olsa çatlar.. Yani başkası olsa takımın yarısını kadro dışı bırakabilirdi.. Ama Şenol Güneş sabrı işte, kendi egolarını bir kenara bırakıp hepsiyle teker teker ilgileniyor.. Onları kazanıyor.. Süper Ligdeki başka hiçbir hoca bu kadar uğraşmazdı...

Kavgaya gelirsek.. Benim lise dönemindeki arkadaşlarla yaptığımız halı saha maçları geldi aklıma.. Nerdeyse her maç çok ciddi kavgalar-küfürleşmeler olurdu.. Maçı dışardan izleyen birisi "herhalde bunlar maçtan sonra birbirlerini keserler" diye düşünürdü.. O kadar ağır laflar söylerdikki, bazen dayanamaz birbirimize saldırırdık zor ayırırlardı bizi, şaşılacak kavgalardı.. Ama işte arkadaştık.. Aynı yaştaydık ve gençtik.. Maçta yapılan hiçbir kavganın maç sonrasına taşındığını da bilmezdik.. Sanki sahada birbirimize saldırmaya çalışan insanlar biz değilmişiz gibi soyunma odasında da eğlenirdik.. Bu işte arkadaşlıktan ve gençlikten geliyordu.. Trabzonspor'daki durum da bu biraz.. Bu durum hem arkadaşlık ve takım ruhu olarak sahaya yansıyor, bazen de böyle çocukca kavgalar olarak.. Bir başka deyişle, bu kavganın sebebi ile Trabzonspor'un lider olmasının sebebi aslında aynı sebep..

Durumu daha iyi anlatmak için bakın size bazı oyuncuların yaşlarını veriyim.. Aslında takım ruhunun ve arkadaşlığın aynı yaşta olmayla da alakalı olduğunu gösteren de bir durum bu ;

Futbolcu - Doğum Yılı

Burak Yılmaz - 1985
Engin Baytar - 1983
Gustavo Colman - 1985
Alanzinho - 1983
Jaja - 1986
Giray Kaçar - 1985
Selçuk İnan - 1985
Serkan Balcı - 1983
Umut Bulut - 1983
Egemen Korkmaz - 1982
Hrvoje Cale - 1985


baktığınız zaman takımın iskeletini oluşturan oyuncuların yaşlarının ne kadar da yakın olduklarını görüyoruz.. (diğer takımlarda pek de olmayan bir durum) İşte bu "yaştaşlık" takım ruhu olarak, arkadaşlık olarak ve bazen de kavga gürültü olarak geri dönüyor..

6 Şubat 2011 Pazar

Takım oyununun çöküşü..

Trabzonspor 0   M.P. Antalyaspor 0



Anlamak mümkün değil.. Nerde sezonun ilk yarısı maç başına 400 pasın üzerine çıkan, bol paslı, tempolu ve presli oynayan takım, nerde dün akşam (ve son bir aydır) izlediğimiz ne yaptığının farkında olmayan, ileriye dan-dur şişiren, kişisel çalımlarla pozisyon aramaya çalışan takım bilinçsiz takım..

Sanki ilk yarıdaki Şenol Güneş'in takımı gitti yerine Ziya Doğan'ın takımı geldi.. Bu değişimi anlamak açıklamak mümkün değil.. Oysa oyuncular aynı oyuncular..

Bireysel performansları da suçlamanın bir anlamı yok, çünkü dediğim gibi, çöküş takım oyununda.. Takım oyunu geri gelmezse gidişat hiç hayra alamet değil... Durum budur.



4 Şubat 2011 Cuma

Milli Takım Kadrosu Açıklandı


İlk göze çarpan kısım Trabzonspor'dan kadroya çağrılan oyuncuların çokluğu. Sadri Şener ilk göreve geldiği zamanlarda (o zamanlar Gökdeniz dışında milli futbolcu yok gibiydi) milli oyuncu sayısının arttırmaya çalışcaklarını söylüyor, kadroda en az 6-7 milli oyuncu olması gerektiğinin altını çiziyordu. Çünkü 6-7 milli oyuncu demek bir anlamda ligde de lider olmak demek, bugün puan durumu da bunu gösteriyor zaten.. Kadroya çağrılan Trabzonspor'lu oyuncular aynı zamanda Trabzonspor'u da liderliğe sürükleyen oyuncular bu yıl.



Şöyle bir baktığımızda Trabzonspor'dan çağrılanlar isimlerin ilk 11 için direk düşünülmeyen oyuncular olduklarını görüyoruz, ama her biri ilk 11'de sırıtmadan oynayabilecek oyuncular aynı zamanda. Örneğin ilk kaleci olan Volkan'ın yerine Onur oynasa kimse çok fazla yadırgamaz. Orta sahada Selçuk'un Emre Belözoğlu'ndan, ilerde Umut'un diğerlerinden çok bir eksiği yok..

Kadroya bakmaya devam ettikçe gariplikler göze çarpıyor hemen..  Forvet budur diye göstereceğimiz bir isimin olmayışı (forvetin olmadığı bir milli takımda, kadroya çağrılmayan Batuhan acaba bu durumun sebeplerini sorguluyor mudur ?), Servet'in yanında stoper olarak bu oynar diyeceğimiz bir ismin olmayışı, öte yandan benzer özelliklerde olan Sabri, Serkan, Gökhan gibi üç sağ bekin aynı anda kadroda olması, ve yine aynı anda üç solbekin (Hakan Balta, İsmail, Gökhan Süzen) kadroda olması garip gelen noktalar..

Formları itibariyle, İsmail, Sabri, Kazım, Fehmi kadroda ne işleri var diye baktığımız oyuncular..

Öte yandan Tuncay, Mehmet Topal, Mehnmet Topuz, Erdinç, İbrahim Toraman, Selim Teber, Sezer Öztürk gibi oyuncularda neden kadroda olmadığına anlam veremediğimiz oyuncular..

Bu da milli takım kadrosunun kulüplere göre dağılımı...

TRABZONSPOR: Onur Kıvrak, Serkan Balcı, Selçuk İnan, Engin Baytar, Umut Bulut, Burak Yılmaz

GALATASARAY: Servet Çetin,Hakan Balta, Sabri Sarıoğlu, Yekta Kurtuluş, Kazım Kazım
FENERBAHÇE: Volkan Demirel, Fehmi Günok, Gökhan Gönül, Emre Belözoğlu
BEŞİKTAŞ: İsmail Köybaşı
GAZİANTEPSPOR: Emre Güngör
İSTANBUL BB: Gökhan Süzen
KAYSERİSPOR: Serdar Kesimal
MANİSASPOR: Yiğit İncedemir
HAMBURG: Tunay Torun
BAYERN MÜNİH: Hamit Altıntop
BORUSSİA DORTMUND: Nuri Şahin
NURNBERG: Mehmet Ekici