14 Şubat 2011 Pazartesi

Sivasspor 2 Trabzonspor 3

Ne zamandır memlekette köy kahvesinde maç izlememiştim, bu tadı açıkcası özlemişim.. Haftasonu aile ziyareti için Trabzon'a (Beşikdüzü) gidince kahvede bir maç keyfi yapıyım dedim.

Başka köyleri çok bilmem ama bizim köyün kahvesi enteresandır, maç başlamasıyla beraber bizim ne kadar futbolcu ve teknik heyet varsa hepsine küfür edilmeye başlanılır. İşin ilginç yanı ise rakibe pek birşey söylenmez.. Varsa yoksa bizim futbolcular.. bir de hakem.. Ama öyle böyle küfürler değil, yoldan geçen birine söyleseniz adam sizi çeker vurur öyle küfürler.. Yaş ortalaması 60 olan bizim kahve insanını anlamak zordur.. Ama bir süre sonra o küfürün içindeki sevgiyi ve espri ruhunu anlamaya başlıyorsunuz.. Çünkü bizim orda insan sevdiğine küfreder.. Garip bir yerdir...

Zaten, heyecanlı geçen maçı bir de adrenalini yüksek böyle bir kahvede izleyince daha da bir ilginç oldu maç.. Maçın sonlarına doğru zaten millet kendinden geçti kahvede.. Görmeniz lazımdı ortamı..


Kahveyi bir kenara bırakıp maça gelirsek, resmi web sitesinden aldığım üstteki foto genel olarak Trabznspor forvet hattının "ruh halini" veya "performansını" çok iyi anlatıyor.. "Bilinçsizce gol atmaya çalışmak" diyebiliriz bu duruma.. Fotoya iyi bakınız, top nerde Umut neyin peşinde, ama Umut'taki hırs ve azim bambaşka.. Amaçsızca çırpınmak adlı fotoğraf çalışması da diyebiliriz buna..

Takım geçen haftaki Antalyaspor maçındaki şuursuz dan-dun oyunundan sonra kendine gelmiş, ne yaptığını bilen, yerden ayağa tempolu oynayan bir takım haline geri gelmiş, en azından geçen haftaya göre biraz daha yaklaşmış.. Rakip baskı yaparken ayağa sakin pas yapmalar, yardımlaşmalar, top rakipteyken alan daraltarak pres yapmalar sezonun ilk yarısından aşina olduğumuz Trabzonspor manzaralarıydı.. Tekrar bu ışıltıları görmek şampiyonluk için alınan 3 puandan daha önemliydi.. Ayrıca, puan için can havliyle saldıran soğuk Sivasspor deplasmanında bundan daha organize de oynamak pek mümkün olmazdı..

Neyseki işler iyi başladı bu sefer, maçın başındaki golle rahatlayan Trabzonspor pozisyonları da bulmaya başladı ama forvet hattı ne yaptığını anlayamadığımız hareketlerin içine girdi.. Durumu daha iyi anlayabilmek için az önce bahsettiğim üstteki fotoya da bakabilirsiniz. Bu fotoğrafın üzerine Jaja'nın lağubaliliğini, Engin ve Burak'ın kavgalarını da ekleyince, Trabzonspor'un elindeki 3 puanı (ve belki şampiyonluğu) nasıl bu kadar kolay verebileceğini anlayabiliyoruz... Neyseki bu sefer vermedi, ucuz kurtuldu.. Hem de çok ucuz kurtuldu..

Son bir aydır oynanan negatif futbolun aksine bu hafta Trabzonspor'da daha bilinçli bir futbol vardı demiştik yukarda... Ama enteresandır ve gariptir ki son iki gol organize ataklardan değil de uzun toplarla geldi.. Bu da zaten tam Trabzonspor'a yakışır bir durum.. Elindeki maçı zora sok, kolayı atama zoru at, Avni Aker'de kötü oyna puan kaybet, deplasmanda iyi oyna kazan.. Normal bir işi olmayacak bu Trabzonpor'un herhalde..

Futbolculara fazla değinmiycem, hepsi iyi oynadılar genel olarak ama Onur'a bir parantez açmadan edemeyeceğim.. Maç 0-0 giderken Grosicki'nin kafa vuruşuna öyle bir refleks yaptıki, benim gözlerim yetişemedi.. Çizgi kaleciliğinde Buffon'un, ve bir dönem Rüştü'nün geldiği noktadır o nokta.. Müthiş bir refleksti.. Kahve'dekilerden biri o an "(küfürle başlayarak) ... bu adam bizde harcanıyor" dedi.. Onur'un 2-3 yıl içinde Avrupa'nın üst düzey takımlarından birine gitmesi kimseyi şaşırtmamalı..


Engin-Burak kavgasına da bir değinmek lazım.. Maçın önemli anıydı.. Kavgaya değinmeden Şenol Güneş'e değinmek lazım önce.. Adam bu gidişe evliya olacak.. Yok Teo'yla uğraş, yok kampa geç gelen Jaja'yla Alanzinho ile uğraş, yok Engin'in Burak'ın kaprisleriyle uğraş, adam etmeye çalış.. Sabır taşı olsa çatlar.. Yani başkası olsa takımın yarısını kadro dışı bırakabilirdi.. Ama Şenol Güneş sabrı işte, kendi egolarını bir kenara bırakıp hepsiyle teker teker ilgileniyor.. Onları kazanıyor.. Süper Ligdeki başka hiçbir hoca bu kadar uğraşmazdı...

Kavgaya gelirsek.. Benim lise dönemindeki arkadaşlarla yaptığımız halı saha maçları geldi aklıma.. Nerdeyse her maç çok ciddi kavgalar-küfürleşmeler olurdu.. Maçı dışardan izleyen birisi "herhalde bunlar maçtan sonra birbirlerini keserler" diye düşünürdü.. O kadar ağır laflar söylerdikki, bazen dayanamaz birbirimize saldırırdık zor ayırırlardı bizi, şaşılacak kavgalardı.. Ama işte arkadaştık.. Aynı yaştaydık ve gençtik.. Maçta yapılan hiçbir kavganın maç sonrasına taşındığını da bilmezdik.. Sanki sahada birbirimize saldırmaya çalışan insanlar biz değilmişiz gibi soyunma odasında da eğlenirdik.. Bu işte arkadaşlıktan ve gençlikten geliyordu.. Trabzonspor'daki durum da bu biraz.. Bu durum hem arkadaşlık ve takım ruhu olarak sahaya yansıyor, bazen de böyle çocukca kavgalar olarak.. Bir başka deyişle, bu kavganın sebebi ile Trabzonspor'un lider olmasının sebebi aslında aynı sebep..

Durumu daha iyi anlatmak için bakın size bazı oyuncuların yaşlarını veriyim.. Aslında takım ruhunun ve arkadaşlığın aynı yaşta olmayla da alakalı olduğunu gösteren de bir durum bu ;

Futbolcu - Doğum Yılı

Burak Yılmaz - 1985
Engin Baytar - 1983
Gustavo Colman - 1985
Alanzinho - 1983
Jaja - 1986
Giray Kaçar - 1985
Selçuk İnan - 1985
Serkan Balcı - 1983
Umut Bulut - 1983
Egemen Korkmaz - 1982
Hrvoje Cale - 1985


baktığınız zaman takımın iskeletini oluşturan oyuncuların yaşlarının ne kadar da yakın olduklarını görüyoruz.. (diğer takımlarda pek de olmayan bir durum) İşte bu "yaştaşlık" takım ruhu olarak, arkadaşlık olarak ve bazen de kavga gürültü olarak geri dönüyor..

Hiç yorum yok: